Köylü/Çiftçi Borç Kıskacında

Türkiye’de çiftçilerin bankalara olan borcu 1 trilyon TL’yi aştı, küçük aile işletmeleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Konuya ilişkin Çiftçi-SEN Genel Başkanı Ali Bülent Erdem açıklamalarda bulundu. Erdem “Küçük çiftçilik ve köylülükle beraber orta çiftçilerde yok edilmektedir” dedi.

Türkiye’de tarım sektöründe borç yükü giderek artıyor. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer paylaştığı verilere göre 2002 yılında 2,5 milyon çiftçinin toplam borcu 2,5 milyar TL iken, günümüzde yaklaşık 2 milyon çiftçinin bankalara olan borcu 1 trilyon TL’ye ulaştı. Bu rakam, çiftçinin üretim için borçlanmak zorunda kaldığını ve maliyetlerin büyük ölçüde aracılar tarafından belirlendiğini ortaya koyuyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Nisan 2024 verilerine göre, çiftçilerin bankalara olan toplam borcu 1 trilyon 9 milyar TL’ye yükseldi. Sadece yılın ilk dört ayında borç 146 milyar TL arttı. Şubat, Mart ve Nisan aylarında yaşanan doğal afetler ve döviz kuru dalgalanmaları, üretim maliyetlerini daha da yükseltti.
Çiftçilerin borçlarını ödeyememe oranı son bir yılda yüzde 74 artış göstererek, bankalara olan borçları 6,3 milyar TL’ye ulaştı. Ziraat Bankası’nın faaliyet raporuna göre, banka kaynaklarının yüzde 27’si tarım kredilerine ayrılıyor. 2023 yılında 7,7 milyar TL olan tarımsal krediler, 2024 yılında yüzde 220 artışla 24 milyar TL’ye yükseldi.

Küçük aile işletmelerinin giderek yok olmaya başladığını ve çiftçilerin çoğunun sigortasız ve güvencesiz olduğunu belirtiyor. Dışa bağımlı girdi kullanımı ve artan borç yükü, Türkiye’de çiftçi eylemlerinin artmasına yol açtı.

Antalya Kent Haber olarak, yerel ve ulusal düzeyde çiftçilerin yaşadığı bu sorunları görünür kılmayı ve çözüm süreçlerine katkı sunmak amacıyla bir haber dizisine başlıyor.

Konuya ilişkin Antalya Kent Haber’e Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-SEN) Genel Başkanı Ali Bülent Erdem açıklamalarda bulundu.

Erdem, çiftçiler ürün fiyatlarının baskılanması sonucu ürünlerini maliyetine veya maliyetinin altında satmak zorunda kaldığını söyledi.

Türkiye’nin endüstriyel tarımı1950 yılında kabul ettiğini söyleyen Erdem, şu ifadeleri kullandı:

“Pahalı bir üretim biçimi olan endüstriyel tarıma üreticileri ikna edebilmek için girdi destekleri, sübvansiyonlar, düşük kredi faizleri, bilgi destekleri, taban ve tavan fiyat uygulamaları gibi birçok destek veriliyordu. Ülkenin tarımsal yapısı da buna uygun şekillenmişti. Ta ki, 1980’den itibaren neoliberal politikalar uygulanmaya başlayıncaya kadar. Devlet küçük çiftçiler aleyhine yavaş, yavaş tarımdan çekildi, alınan her karar şirketleşmenin önünü açtı. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurulmasıyla birlikte ürün fiyatlarının uluslararası serbest piyasaya bırakılması sonucu, küresel gıda ve tarım şirketlerinin tekel fiyatları küçük çiftçileri maliyetlerini bile karşılayamaz duruma getirdi. İşgücü maliyetleri de ciddi bir yük bindirmektedir. Ama işçi fiyatlarında çiftçilerin yaşadığı sıkıntı nedeniyle ciddi bir düşme söz konusu değildir. İşçilerin yevmiyeleri piyasa içinde belirlenmektedir ve çiftçiler de buna göre hareket etmek zorundadır. Bir örnek vermek gerekirse geçen yıl zeytin fiyatlarının düşük olması zeytin hasatını ailelerin kendileri ve komşularıyla yapmak zorunda bırakmış imece tekrar hatırlanırmıştır.”

2012 yılında çıkan Büyükşehir Yasası’yla köylerin mahalle olmasının olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başladığını ifade eden Erdem, “İktidara muhalif olan yerel yönetimler kırsal alanı boşalmasında etkisi olan bu yasaya gelirleri azalmasın diye karşı çıkmıyorlar. Oysa köyleri ve küçük çiftçileri yok eden her türlü gelişme bölgelerinin kültürel yapılarını alt üst etmektedir. Küçük çiftçilere endüstriyel tohum ve hayvan yemi dağıtmak küçük çiftçileri ayakta tutmaz. Kendi denetimleri içinde kooperatifler kurmaktadır” dedi.

Yapılması gerekenin şirket tarım sistemine karşı halkın gıda sisteminin oluşması adına adım atılması gerektiğini belirten Erdem, “Endüstriyel üretim karşısında tarımı gerçek döngüsüne döndürmektir. Köylülerin geleneksel üretim tarzına (agroekoloji) dönmelerine sağlayacak cesareti vermektir. Örneğin, eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in siyez tohumu dağıtıp, üretilen buğdayı piyasa değerinin çok üstünde almak ve unuyla siyez buğday ekmeği satmak gibi örnekler oluşturmak ve geliştirmektir” sözlerini kullandı.
“GIDANIN KÜÇÜK ÇİFTÇİLERİN VE KÖYLÜLERİN ELİNDEN ÇIKMASI, HALKIN ELİNDEN DE ÇIKMASI ANLAMINA GELMEKTEDİR”

Tarım alanında örgütlenme geleneğinin Türkiye’de çok zayıf bir alan olduğunu söyleyen Erdem, “Örneğin çiftçileri söylersek hakkında kararlar alına gelir, herkes düşüncesini söyler bir tek çiftçilerin sesi duyulmaz. İşte, karar verici kurumlar içinde yer verilmesi de sesini duyurmak için örgütlenmek gereklidir. Çiftçi Sen olarak örgütlenme gerekçelerimizden birisi de budur. Benzer bir durum tarım işçileri için de söz konusudur. İşçilerin temsilcisi yok. Öyleyse örgütlenmek gerekiyor. Çoğu sigortasız olduğu için sendikalaşmaları imkansız görünüyor. Buna rağmen sendikalarını kurmalılar. Çünkü bu hakları uluslararası sözleşmelerde var. Kurmalılar ve hukuk mücadelesi vermeliler, tıpkı kamu çalışanları, küçük çiftçiler gibi” ifadelerini kullandı.

Tarım ve gıdanın küçük çiftçilerin ve köylülerin elinden çıkması için her türlü kararlar alındığını vurgulayan Erdem, “Üreticiler piyasanın insafına terk edilmiş durumda. Üreticilerin üretimlerini sürdürebilmelerini sağlamak mücadelenin bir yönü. Diğer yanı ise şirket gıda sistemini reddederek alternatifi olan gıda sistemi olan gıda egemenliğini inşa etmek. Sadece kendimiz için değil insanlığın geleceği içinde. Gıdanın küçük çiftçilerin ve köylülerin elinden çıkması, halkın elinden de çıkması anlamına gelmektedir” dedi.

Gıdanın yurttaşlara karşı bir silaha dönüştüğünü söyleyen Erdem, “Sadece küçük çiftçi ve köylü mücadelesiyle şirket gıda sistemini inşasını durdurmak mümkün değildir. Tarım işçileriyle, tüketicilerle, göçerlerle, kıyı balıkçılarıyla, ekolojistlerle, çevrecilerle beraber gıda egemenliği mücadelesi hareketi oluşturmak önümüzdeki görevdir. Dünyanın her yerinde benzer gıda egemenliği hareketleri oluşturulmaktadır. La Via Campesina bu mücadelenin içindedir ve Çiftçi Sen onun bileşenidir” ifadelerini kullandı.

LA VİA CAMPESİNA NEDİR?
1993 yılında kurulan La Via Campesina, dünyanın dört bir yanından milyonlarca köylüyü, topraksız işçiyi, yerli halkı, çobanları, balıkçıları, göçmen çiftlik işçilerini, küçük ve orta ölçekli çiftçileri, kırsal kadınları ve köylü gençleri bir araya getiren uluslararası bir hareket olarak faaliyet gösteriyor. Hareket, sağlam bir birlik ve dayanışma anlayışı üzerine kurulu ve gıda egemenliğini savunan köylü tarımını öncelikli hedef olarak belirliyor. La Via Campesina’nın uzun süren diplomasi ve müzakere süreçleri, 2018 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun “Köylüler ve Kırsal Alanlarda Çalışan Diğer İnsanların Haklarına Dair Bildirge”yi kabul etmesiyle somut bir kazanıma dönüştü .Bu Bildirge, küçük ölçekli gıda üreticilerinin haklarını güvence altına alan temel uluslararası araçlardan biri olarak öne çıkıyor ve gıda egemenliğinin hayata geçirilmesinde kritik bir rol oynuyor. Bugün La Via Campesina, Afrika, Asya, Avrupa, Arnavutluk ve Amerika kıtalarından 81 ülkede 180 yerel ve ulusal kuruluşu bir araya getiriyor ve toplamda yaklaşık 200 milyon küçük ölçekli gıda üreticisini temsil ediyor.
“İNSANLIĞIN TARIM MİRASI ŞİRKETLERİN ENDÜSTRİYEL TEMELLİ, KAR AMAÇLI TARIM SİSTEMİ TARAFINDAN YOK EDİLİYOR”

Küçük çiftçilerin geleneksel üretim tarzı ile yerkürenin soğuyabileceğini ifade eden Erdem, “İnsanlığın tarım mirası şirketlerin endüstriyel temelli, kar amaçlı tarım sistemi tarafından yok ediliyor. Eğer şirket gıda sistemine karşı mücadele edilemezse, küçük çiftçiler ve köylüler tarımın dışına atılacaktır. Oysa tohumlarımızı, biyoçeşitliliğimizi, topraklarımızı, bölgelerimizi, su varlıklarımızın kontrolünü esas olarak dünyayı besleyen kesimlerin ele almasını sağlamalıyız. Küçük çiftçilik ve köylülükle beraber orta çiftçilerde yok edilmektedir. Buna dur demek zorundayız” ifadelerini kullandı.
gıda egemenliği

Her halkın kendi kültürlerine uygun gıda sistemlerini belirleme hakkı olduğunu söyleyen Erdem, “Gıda egemenliği, tarımda piyasa egemenliğine karşı üreten halkın egemenliğini savunan bir mücadele önermektedir. Temelde toplumların gıda üretimindeki artan endüstriyelleşme, kimyasal girdiler, büyük ölçekli tarım şirketleri ve de piyasa yanlısı yapısal düzenlemeleri dönüştürmeye yönelik her türlü bir aradalığı kapsamaktadır. İşte bir aradalığı sağlayacak gıda egemenliği hareketinin oluşturulması en önemli, en kritik adım olacaktır” dedi.

GIDA EGEMENLİĞİ NEDİR?
Gıda Egemenliği , halkların ekolojik olarak sağlıklı ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen sağlıklı ve kültürel olarak uygun gıdalara erişim hakkı ve kendi gıda ve tarım sistemlerini tanımlama hakkıdır. Gıda egemenliğine ulaşmak için La Via Campesina, köylü topraklarında tarım reformunu harekete geçirir ve savunur ve agroekolojik üretim yöntemleri konusunda eğitim verir. “
“TARIMSAL ZEHİRLER SİNİR SİSTEMİ BOZUKLUKLARI, KANSER VE KALP HASTALIKLARIN ORTAYA ÇIKMASINA NEDEN OLUYOR”

Tarımsal ilaçların zehir olduğunu vurgulayan Erdem, “Bu zehirler zararlılara verdiği zararlar kadar onu kullananlara, temas edenlere ve tüketenlere de zarar veriyor. Zehirleri üretenlerle, zehirlerle hastalananların tedavisinde kullanan ilaçları üretenler aynı şirketler. Örneğin, Bayer ve Syngenta tarım zehirlerini ve tedavi için kullanılan ilaçları üreten aynı zamanda tohum üretiminde söz sahibi olan iki küresel şirket. Bu bile tarım ve gıdanın hangi noktaya getirildiğinin örneği. Tarımsal zehirler sinir sistemi bozuklukları, kanser ve kalp hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyor” ifadesini kullandı.
“NE İNSAN SAĞLIĞI NE DE BİTKİ SAĞLIĞI KONUSUNDA KAMUNUN BİR ÇALIŞMASI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR”

Neoliberal dönemle beraber devlet küçük çiftçiler aleyhine tarımdan çekildiğini ifade eden Erdem, “Geçmişte bu tür çalışmalar yapan bilgi desteği veren kurumlar artık bulunmuyor. Ne insan sağlığı ne de bitki sağlığı konusunda kamunun bir çalışması söz konusu değildir” dedi.
gıda egemenliği

Su kaynaklarındaki azalma kırsal alanın sermayeye açılmış olması, kentlerin hızla ve çarpık büyümesi sonucu azaldığını söyleyen Erdem, şunları söyledi:

“Susuzluk her canlıyı olumsuz etkiliyor. Endüstriyel tarım daha fazla suya ihtiyaç duyuyor. Yeri gelmişken, La Via Campesina ve müttefikleri ‘Köylülerin ve Kırsalda Çalışan İnsanların Hakları’ için bir araya gelerek deklarasyon hazırlamışlar ve bu deklarasyonu Birleşmiş Milletler’e taşımışlardır. 2018 Aralık ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda oylanan deklarasyon kabul edilmiş, Türkiye ise çekimser oy kullanmıştır. O günden sonra hükümetlerin köylü haklarını kabul ederek, iç hukuk düzenlemeleri yapmalarını talep eden ‘Gıda Egemenliği için Köylü Hakları Hemen Şimdi’ başlığıyla etkinlikler, eylemler, kampanyalar yapılmaya başlanmıştır. Zehirsiz ve sağlıklı gıdaları üretme ve ulaşma hakkının güvenceye alındığı, biyoçeşitliliğin ve ortak varlıkların korunmasının ve ekolojik köylü tarımının kabul edildiği Köylü Hakları’nın iç hukuk düzenlemesi yapılarak, uygulanmasını iktidardan talep etmek sadece köylülerin ve küçük çiftçilerin değil sağlıklı gıdalara ulaşmak isteyenlerin de ekoloji mücadelesi yürütenlerin de ortak talebi olmalıdır. Bu talebin yükseltilmesi yeni bir başlangıç ve gıda egemenliği hareketi oluşturmanın ilk adımları olabilir.”

Geleneksel köylü tarımının bilgisini kadınlar taşıdığını ifade eden Erdem, “‘Tarım demek kadın demektir’ diye bir söz vardır. Tohumlukları o seçer, hazırlar, korur saklar. Kadının tarımdaki rolünün azalması endüstriyel tarımla birlikte başlar. Endüstriyel tarım, çiftçilerin çiftçilik bilgilerini değersizleştirirken, tarımda kadının rolünü daha fazla değersizleştirmiştir. Kredi kullanımı, bankalarla olan ilişkiler, kimyasal zehirlerin seçimi, makine kullanımı gibi etkinlikleri erkeklerin yapıyor olması aynı hatta fazla emek harcamasına rağmen kadının rolünün azalmasına neden olmuştur” dedi.

2024 YILINDA KAYITLI 311 BİN KADIN ÇİFTÇİ BULUNUYOR
2024 yılı itibarıyla Türkiye’de Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı 2 milyon 319 bin 426 çiftçi bulunuyor; bunların yaklaşık 311 bini kadın olup, toplam kayıtlı çiftçilerin yüzde 13,3’ünü oluşturuyor.Kadınlar, sosyal güvenlik alanında kadın çiftçiler ciddi bir eşitsizlikle karşı karşıya. Ziraat Odalarına kayıtlı 933 bin 723 kadın çiftçinin yalnızca yüzde 11,8’i Tarım BAĞ-KUR’a kayıtlı durumda.
gıda egemenliği

“KENDİ TOPRAĞINIZDA YAPTIĞINIZ İŞE YABANCILAŞARAK İŞÇİLEŞİYORSUNUZ”

Tarımda çalışan kadınlar için çalışma koşulların çok daha zor olduğunu belirten Erdem, “Tarımda çalışma sistemi aileler olarak geliniyor olması kadınların daha yoğun emek harcamasının nedeni oluyor. Çocukların varlığı, onların takip edilmesi, ihtiyaçlarının karşılanması hep kadın işçilerin omuzlarında. Ayrıca çoğunlukla ücretlerinin daha düşük olması da emeğinin değersizleşmesine neden oluyor” sözlerine yer verdi.

Kırsal alana sermayenin saldırılarına karşı dirençli ve inatçı şekilde en ön safta olanlar kadınlar olduğunu vurgulayan “Kendi üretim süreçleriyle ilgili sözleri dinlenmek zorunda kalınsa da temsil konusunda önüne engeller çıkarılarak ön plana çıkmalarının önü kesiliyor. Tarımın şirketleşmesiyle beraber şirketlerin çiftçilerle ilişki kurma biçimi sözleşmeli üretim oluyor. Sözleşmeli üretimde tarlanıza hangi ürün ve çeşidini ekeceğine şirketler karar veriyor. Ne zaman ne yapacağınızı da şirketler söylüyor. Kendi toprağınızda yaptığınız işe yabancılaşarak işçileşiyorsunuz. Burada kadın ve erkek fark etmeden bilgileriniz değersizleşiyor” ifadelerini kullandı.

Kadınların her yerde eşit temsil hakkının olmasının gerektiğini söyleyen Erdem, son olarak şu ifadeleri kullandı:

“Buradaki problem kadının ailesi de dahil önünün kesilmesi. Burada çok net önerilerde bulunamıyorum. Sadece kadınların yönelik örgütlenmelerle yeni başlangıçlar yapılabilir mi diye düşünüyorum. Sendikal mücadele açısından önümüze iki tür engel. Eşi sendikaya üye olsa dahi kadınla ilişki kurmamız üstü örtülü biçimde de engellenmeye çalışıldığını hissediyorsunuz. Kadının meseleyi daha iyi kavradığını, daha çok katkı verip karar alma organlarında yer alabileceğinden korkuluyor. Diğer yanı ise sendikaya üye olabilmek için Ziraat Odası kaydı gerekiyor. Hem Ziraat Odası kaydı, hem ÇKS kaydı erkeğin üzerine olduğundan, toprak kendisinin olsa dahi üye olamıyor.”

Kaynak: Karasaban

Yorumlar